Alm. Variola Blatter, Poclcen, Fr. Petite veriole (f), İng. Smallpox. Geçmişte, yaptığı salgınlarla
insanları çok korkutan, bulaşıcı, ateşli, ağır bir virüs hastalığı. Deride irinli döküntüler meydana getirir.
Öldürücü de olabilen hastalık, deride özellikle yüz derisinde iz bırakarak iyileşir.
İnsanlara vermiş olduğu dehşetten dolayı ilk tanınan hastalıklardan biridir. Elde edilebilen bilgilere göre zamânımızdan yaklaşık bin yıl önce Çin’de târif edilmiştir. Hastalığın ilk kaynağı Asya ve Afrika’dır.
Mısır’da mumyalar üzerinde tipik çiçek bozukluklarına rastlanmıştır. Çiçek hastalığını ve belirtilerini
Ebû Bekir Râzî çok güzel târif etmiştir. Ebû Bekir Râzî’den daha sonraları Roma’lı Frekastor çiçeği
yeniden târif etmiştir. Yurdumuzda eskiden beri bilinen korunma çâreleri olarak “hasta gömleği
giydirme” ve “çiçek cerâhatini deriyi çizerek sürmek” usülleri uygulanmaktaydı. 1721’de Lady Mary W. Montague İstanbul’da çocuklarını aşılattırmış ve bu tekniği İngiltere’ye yazmıştır. Hıristiyanlığın en revaçta olduğu ortaçağda, büyük tıb âlimleri yalnız Müslümanlardı. Garplılar Endülüs’te tıb tahsil
etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar Müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak “çiçek aşısını bulan bilgin” ünvânını aldı. Halbuki tam bir zulmet diyârı olan o zamanki Avrupa’da insanlar hastalıktan kırılıyordu.
Fransa Kralı Onbeşinci Louis 1774’te çiçekten öldü.
Çiçek hastalığının kuluçka dönemi 8-12 gün arasında olup, baş ağrısı, titreme, ürperme, sırtta ağrı ve
kusma ilk belirtileridir. Bu sırada ateş 40-41 dereceye kadar yükselir. Hastalığın ilk iki günü hastanın
karnında ve vücûdunda kabarcık şeklinde döküntüler belirir. 3-4 gün bu kabarcıklar yüzde de
görünmeye başlar. Daha sonra bileklerde, kollarda, karında, yüzde ve bacaklarda içi su toplayarak
çoğalan benekler özellikle yüzde çok acı verir. Kabarcıkların hepsi aynı yaştadır; yâni birisi
kabuklanırken yeni bir kabarcığın su dolu olarak ortaya çıkması söz konusu değildir. Vücûdun her
tarafındaki döküntüler sırayla; toplu iğne başı kadar kırmızı döküntüler, deriden az kabarık döküntüler,
deriden kabarık içi berrak sıvı dolu döküntüler, içi cerahat dolu döküntüler ve kabuklanma
safhalarından aynı zamanda geçerler.
Kabarcıkların çıkışı sırasında düşen ateş, içlerinin cerâhat dolmasıyla tekrar yükselebilir.
Kabuklanmanın başlaması ile ateş yeniden düşer. 12-14 günden sonra kabuklar dökülmeye başlar.
Kabuklar döküldükten sonra yerinde “çiçek bozuğu” denilen izler kalır. Çiçek hastalığı geçtikten sonra ömür boyu bağışıklık bırakır.
Çiçek, günümüzde koruyucu aşısı sâyesinde hiç görülmez olmuştur. Son yıllarda çiçek aşısının
mecbûrî olma durumu tamâmen kaldırılmış ancak salgın şüphesi olduğu zamanlarda yapılmaktadır.
14 Nisan 2015 Salı
ÇIRAĞAN SARAYI
İstanbul’da Beşiktaş ile Ortaköy arasında deniz kıyısında bulunan büyük saray.
“Çereğan” Lâle Devrinde (1718-1730), mum ve kandil ışığında yapılan gece eğlencelerine denir.
Sarayın bulunduğu yerde de bu eğlenceler yapıldığı için, saraya “Çırağan Sarayı” denmiştir.
Beşiktaş’la Ortaköy arasında, Lâle Devrinin sadrâzamı Dâmâd İbrâhim Paşa ile zevcesi Fâtımâ Sultan tarafından yaptırılmıştır. Daha önceleri “Kazancıoğlu Bahçesi” denilen bu yerde yaptırılan sarayın yanında bir Mevlevîhâne bulunmaktaydı. Sultan Birinci Mahmud (1730-1754), Üçüncü Selim (1789-1807) dönemlerinde tâmir ve eklemeler yapılan saray, Sultan Abdülmecîd tarafından yeniden yaptırılmak üzere yıktırıldı (1859). Ancak sarayın yeniden inşâsı Sultan Abdülazîz Han devrinde gerçekleşti.
Dolmabahçe Sarayında kullanılan plânın daha ileri bir örneğini teşkil eden Çırağan Sarayının plânlarını Nikoğos Balyan hazırladı. İnşâat 1861’den 1865’e kadar 4 yılda tamamlandı. Deniz kıyısında 750
metre uzunluğundaki bu saray, beyaz mermerden yapılmıştı.
Çırağan Sarayının salonlarının döşenmesine Dolmabahçe Sarayından daha fazla îtinâ gösterildi.
Burada kullanılan malzeme de son derece kıymetli cinstendi. Bunun için dış cephesine nazaran iç
süslemeleri pek muhteşemdir.
Sultan Beşinci Murad Han, 1876’da tahttan indirilince, arzusu üzerine, Çırağan Sarayı kendisine ve âilesine ikâmetgâh olarak verildi ve 1904 yılında burada vefât etti.
20 Mayıs 1878’de Ali Suâvî’nin tertiplediği Sultan Beşinci Murad’ı yeniden tahta geçirmek için yapılan darbe teşebbüsü, burada cereyân ettiğinden, târihte “Çırağan Vak’ası” olarak bilinmektedir.
İkinci Meşrûtiyette saray, Sultan Reşâd’ın karşı koymasına rağmen, 14 Kasım 1909 gününden başlayarak Meclis-i Meb’ûsân ve Meclis-i Âyâna tahsis edildi. Üst kattaki üç büyük salondan biri milletvekillerine, öteki senatörlere ayrıldı. Üçüncüsüne de, pâdişâh için bir taht konuldu. Yıldız Sarayından getirilen bir takım değerli eşyâlar da buraya yerleştirildi.
20 Ocak 1910’da çıkan bir yangın sonucu tamâmen yandı. Son yıllara kadar sarayın bahçesi Şeref Stadı kayıkhâne bölümü ise Et ve Balık Kurumunca depo olarak kullanıldı.
1946’da çıkarılan bir kânunla İstanbul Belediyesine devredilen Çırağan Sarayının çeşitli târihlerde onarılması düşünülmüş fakat bir netîceye varılamamıştır. Nihâyet 1986 yılının Şubatında, Türk hükûmeti tarafından bir sözleşmeyle, yabancı yatırımcılara, 49 yıllığına kirâya verilmiştir. Yap, işlet,
devret modeliyle kirâlanan saray beş yıldızlı otel olarak işletilmeye açılmıştır. Kayıkhâne bölümünde de yabancı devlet adamlarını misâfir etmek için bir devlet konuk evi yapılmıştır.
“Çereğan” Lâle Devrinde (1718-1730), mum ve kandil ışığında yapılan gece eğlencelerine denir.
Sarayın bulunduğu yerde de bu eğlenceler yapıldığı için, saraya “Çırağan Sarayı” denmiştir.
Beşiktaş’la Ortaköy arasında, Lâle Devrinin sadrâzamı Dâmâd İbrâhim Paşa ile zevcesi Fâtımâ Sultan tarafından yaptırılmıştır. Daha önceleri “Kazancıoğlu Bahçesi” denilen bu yerde yaptırılan sarayın yanında bir Mevlevîhâne bulunmaktaydı. Sultan Birinci Mahmud (1730-1754), Üçüncü Selim (1789-1807) dönemlerinde tâmir ve eklemeler yapılan saray, Sultan Abdülmecîd tarafından yeniden yaptırılmak üzere yıktırıldı (1859). Ancak sarayın yeniden inşâsı Sultan Abdülazîz Han devrinde gerçekleşti.
Dolmabahçe Sarayında kullanılan plânın daha ileri bir örneğini teşkil eden Çırağan Sarayının plânlarını Nikoğos Balyan hazırladı. İnşâat 1861’den 1865’e kadar 4 yılda tamamlandı. Deniz kıyısında 750
metre uzunluğundaki bu saray, beyaz mermerden yapılmıştı.
Çırağan Sarayının salonlarının döşenmesine Dolmabahçe Sarayından daha fazla îtinâ gösterildi.
Burada kullanılan malzeme de son derece kıymetli cinstendi. Bunun için dış cephesine nazaran iç
süslemeleri pek muhteşemdir.
Sultan Beşinci Murad Han, 1876’da tahttan indirilince, arzusu üzerine, Çırağan Sarayı kendisine ve âilesine ikâmetgâh olarak verildi ve 1904 yılında burada vefât etti.
20 Mayıs 1878’de Ali Suâvî’nin tertiplediği Sultan Beşinci Murad’ı yeniden tahta geçirmek için yapılan darbe teşebbüsü, burada cereyân ettiğinden, târihte “Çırağan Vak’ası” olarak bilinmektedir.
İkinci Meşrûtiyette saray, Sultan Reşâd’ın karşı koymasına rağmen, 14 Kasım 1909 gününden başlayarak Meclis-i Meb’ûsân ve Meclis-i Âyâna tahsis edildi. Üst kattaki üç büyük salondan biri milletvekillerine, öteki senatörlere ayrıldı. Üçüncüsüne de, pâdişâh için bir taht konuldu. Yıldız Sarayından getirilen bir takım değerli eşyâlar da buraya yerleştirildi.
20 Ocak 1910’da çıkan bir yangın sonucu tamâmen yandı. Son yıllara kadar sarayın bahçesi Şeref Stadı kayıkhâne bölümü ise Et ve Balık Kurumunca depo olarak kullanıldı.
1946’da çıkarılan bir kânunla İstanbul Belediyesine devredilen Çırağan Sarayının çeşitli târihlerde onarılması düşünülmüş fakat bir netîceye varılamamıştır. Nihâyet 1986 yılının Şubatında, Türk hükûmeti tarafından bir sözleşmeyle, yabancı yatırımcılara, 49 yıllığına kirâya verilmiştir. Yap, işlet,
devret modeliyle kirâlanan saray beş yıldızlı otel olarak işletilmeye açılmıştır. Kayıkhâne bölümünde de yabancı devlet adamlarını misâfir etmek için bir devlet konuk evi yapılmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)