18 Şubat 2011 Cuma

Abdullah-ı Dehlevî

Hindistan'da yetişen alimlerin ve evliyanın büyüklerinden. İnsanlara hak yolu anlatan ve kendilerine
"Silsile-i aliyye" adı verilen büyük alim ve velilerin yirmi sekizincisidir. Peygamber efendimizin
soyundan olup, seyyiddir. Gulam-ı Ali diye bilinir. Babasının ismi Abdüllatif'tir. 1745 (H. 1158)te
Hindistan'ın Pencap eyaletinin Bitale kasabasında doğdu. 1824 (H. 1240) senesinde Delhi'de vefat
etti.
Babası Abdüllatif Efendi, rüyasında hazret-i Ali'yi görerek onun emri ile adını Ali koydu. Annesi ise
Abdülkadir-i Geylani'yi gördüğünden dolayı Abdülkadir koydu. Fakat kendisine rüyasında Peygamber
efendimizin Abdullah diye hitab etmesi üzerine Abdullah diye meşhur oldu. Küçük yaşta dini ilimleri
öğrenmeye başladı. On üç yaşına geldiğinde, babası onu Delhi'ye götürüp Nasırüddin Kadiri
hazretlerinden ilim öğrenmesi için çalıştı. Ancak o sırada Nasirüddin Kadiri vefat ettiği için görüşmek
mümkün olmadı. Delhi'de Abdülaziz Dehlevi, Hace Zübeyr gibi bir çok alimden tefsir, hadis ve fıkıh
ilimlerini öğrenip, yüksek derecelere ulaştı. Yirmi iki yaşına geldiği zaman, zamanın en büyük alim ve
velisi Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerini tanıdı. Kendisine talebe olmak istediğini bildirince; "Oğlum
seni kabul ettim. Yalnız bizim yolumuz tuzsuz taş yalamak gibidir. Siz daha çok zevk verecek başka bir
yola başvurunuz." dedi. Abdullah-ı Dehlevi; "Ben de tuzsuz taş yalamayı çok seviyorum." diye cevab
verdi. Bunun üzerine Mazhar-ı Can-ı Canan onu kabul etti ve Nakşibendiyye yolunun edeplerini
öğreterek tasavvufda kemale ulaştırdı. İlim ve tasavvufta yüksek derecelere ulaşınca Mazhar-ı Can-ı
Canan hazretleri ona mutlak icazet (diploma) verdi ve talebe yetiştirmekle vazifelendirdi. Abdullah-ı
Dehlevi, hocasının vefatından sonra talebe yetiştirmeye başladı. Alim ve salihlerden yüzlerce kimse
gelip onun ilim meclisiyle ve sohbetiyle şereflendi. Bunların en başta geleni Bağdat'tan gelen Mevlana
Halid hazretleridir.
Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin cömertliği dillere destandı. Talebelerinin bütün ihtiyaçlarını kendisi
karşılardı. Hayası o kadar çoktu ki, insanlarla göz göze gelmemeye çalışırdı. Merhamet sahibi olup,
kendine kötülük yapanlara bile dua ederdi. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli olur korkusuyla
mübahların (izin verilenlerin) fazlasını terk eder, dünyaya meyl etmezdi.
Sabah namazından ikindiye kadar tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerini, ikindiden sonra, tasavvuftan
Mektubat-ı Rabbani, Avarif-ül-Mearif, Risale-i Kuşeyriyye gibi eserleri okutur ve açıklardı. Pekçok
kerametleri görülmüş olan Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin duası bereketiyle pekçok kimse muradına
arzusuna kavuşur, hastalıklardan şifa bulurdu. Dillerde dolaşanlar toplansa ciltler doldurur. En
meşhurlarından birkaçı şunlardır:
Talebelerinden Mevlevi Kerametullah, zatülcenb hastalığına yakalanmıştı. Abdullah-ı Dehlevi elini
hastanın üzerine temas ettirdi ve hastalık, Allahü tealanın izniyle hemen geçti.
Bir gün Delhi'de, kıtlık, kuraklık oldu. Abdullah-ı Dehlevi hazretleri mescidin avlusuna çıkıp, kızgın
güneşin altında oturdu ve ; "Ya Rabbi, Rahmetini istiyoruz. Yağmur yağdırman için yalvarıyoruz" diye
dua etti. Bir saat sonra yağmur yağdı.
Abdullah-ı Dehlevi hazretleri binlerce alim ve evliya yetiştirdi. Bunların en meşhurları; Mevlana Halid-i
Bağdadi, Ebu Sa'id Faruki, Mevlana Beşaretullah gibi zatlardır.
Allahü tealanın azabından çok korkardı. Buyururdu ki:
"Bir kere Cehennem azabı korkusu beni kapladı. Günlerce ağladım. O günlerde Peygamberimizi
(sallallahü aleyhi ve sellem) rüyada gördüm. Buyurdu ki: "Sen bizi seviyorsun. Bizi seven Cehennem'e
girmez."
Basur hastalığından 82 yaşında vefat etti. Vefatı esnasında, cenazesi taşınırken, Şah-ı Nakşibend
hazretlerinin aşağıdaki beyitlerinin okunmasını vasiyet etti:
Huzuruna müflis olarak geldim.
Yüz güzelliğinden bir şey isterim.
Şu boş zembilime elini uzat,
O mübarek eline güvenirim.
Kerimin önüne azıksız geldim,
Ne iyiliğim var ne doğru kalbim.
Bundan daha çirkin, bir şey olur mu?
Azık götürürsün, o ise kerim.
Abdullah-ı Dehlevi buyurdular ki: "Dünya sevgisi, bütün kötülüklerin, günahların başıdır. Günahların
başı da küfürdür."
"Nefsinin arzularına tabi olan, Allahü tealaya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tabi isen onun kulu
olursun."
Eserleri:
Makamat-ı Mazhariyye: Üstadı Mazhar-ı Can-ı Canan'ı anlatan en güzel eserdir. Mekatib-i Şerife:
Çeşitli yerlere yazdıkları mektupları ihtiva eder. Dürr-ül-Mearif: Sohbetlerini ihtiva eder. Her üçü de
İstanbul'da İhlas Vakfı tarafından neşredilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder