19 Mayıs 2011 Perşembe

Cenani

Osmanlı şâir ve âlimlerinden. İsmi, Mustafa bin Muhammed’dir. Cenânî mahlasını kullandığı için, bu
isimle meşhur olmuştur. Bursa’da Murâdiye Câmii civârında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir.
Arapça, Türkçe, Farsca lisanları üzerinde eser yazacak ve şiir söyleyecek kuvvette bir tahsil gören
Cenânî, medrese öğrenimini Muallimzâde’nin yanında tamamladı. Muallimzâde’nin Anadolu
Kâdıaskerliği sırasında yanında kâtiplik ve nâiblik yaptı. Daha sonra kâdılık ve müderrislik vazifelerinde
bulundu. Bursa’da Mevlânâ Muhyiddîn’in yerine İvaz Paşa Medresesine müderris tâyin edildi. Çok
talebe yetiştirdi. Hoş tabîatlı, nüktedân, konuşma ve hikâyeleriyle meclisi şenlendiren bir zâttı. Sultan
Üçüncü Murad Hanın iltifâtlarına kavuştu.
Tezkirelerde yazdığı üzere, Sultan Üçüncü Murad Han bir gün, Cenânî’den nâdir hikâyeler, nefis nükte
ve latîfeler ihtivâ eden bir kitap yazmasını istedi. Cenânî, hatırında bulunan birçok hikâye ve latîfelere
güzel sözler, nükteler ilâve ederek bir eser yazdı. Bedâyı-ül-Âsâr ismini verdiği eserini yazısı güzel bir
kâtibe verip temize çektirdikten sonra, kenarlarının yaldızlanması ve ciltlenmesi için bir ciltçiye teslim
etti. Derviş Eğlence adlı bir hikâyeci, Cenânî’nin böyle bir eser hazırladığını ve ciltlenmek üzere ciltçiye
verildiğini öğrenince, onu ciltçiden alıp ezberledi. Sultân’ın huzûrunda yeri geldikçe hikâyeleri teker
teker anlattı. Durumdan haberi olmayan Cenânî bir süre sonra kitabı ciltçiden alıp, saray kapı ağası
Gazanfer Ağa aracılığıyle Pâdişâh’a ulaştırdı. Daha sonra Gazenfer Ağa gelip; “Efendim doğrusu bizim
Derviş Eğlence’nin anlattığı hikâyeleri bir takım değişik ifâdelerle süsleyerek onlara yeni bir durum
kazandırmışsınız. Ama ziyânı yok, bu da bir zahmettir.” demesi üzerine Cenânî oradan mahcûb olarak
ayrıldı. Durum daha sonra anlaşıldı.
Ömrünün sonlarına doğru Cenânî’nin gözleri zayıfladı. Bir gün kendisi gibi şâir olan Kefeli Hüseyin
Efendiyle birlikteyken, Hüseyin Efendinin gözüne bir çöp kaçtı. Hüseyin Efendi arkadaşına dönüp,
çöpü çıkarmasını ricâ etti. Cenânî bir hayli uğraştı ise de çöpü bulup çıkaramadı. Nükteleri ile meşhûr
olduğu için ellerini açıp; “Efendim çok çalıştım, lâkin ne çöpü bulabildim ne de gözünüzü!” dedi.
Cenânî, 1595 senesi Muharrem ayı içinde bir Pazartesi günü ikindi namazı vaktinde Bursa’da vefât
etti. Hamza Bey kabristânına defnedildi. Âlim bir zât olan Cenânî, aynı zamanda devrinin önde gelen
şâir ve nesircilerindendir. Türkçeden başka Arapça ve Farsça şiirler de yazmıştır. Özellikle yazdığı
tahmis (beşleme) ve tesdislerle (altılama) tanınmıştır. Şiirlerinden, nüktedân bir şâir olduğu
anlaşılmaktadır. Yazdığı eserlerin hiçbiri basılmamıştır. Yazdığı Dîvân’ın bir nüshası, İstanbul
Üniversitesi Türkçe Yazmalar kısmı numara 3096’da kayıtlıdır. Daha çok târih, gazel ve kasîdelerden
meydana gelen Dîvân’ında, kendisinden önce yetişen şâirlere nazîreler, tahmis ve tesdisler vardır.
1586 senesinde yazdığı Riyâz-ül-Cinân adlı eser, Azerî Çelebi’nin Nakş-ı Hayal adlı kitabına cevap
özelliğini taşımaktadır. Birçok yazma nüshaları bulunan bu mesnevînin bir nüshası Millet Kütüphânesi
numara 1149’da kayıtlıdır. Ayrıca Cilâ-ül-Kulûb adlı mesnevîsi ile bir hikâye mecmûası vardır. Bu
mecmûaya daha sonra Bedâyi-ül-Âsâr adı verilmiştir. Eserin tamâmı ele geçmemiştir. Cenânî’nin,
Dukakinzâde Yahyâ Beyin Usulnâme adlı eserine nazîre olarak yazdığı Nazîr-i Usûl-i Yahyâ li
Cenânî adlı eseri Topkapı Sarayı Kütüphânesi numara 750’de kayıtlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder